Paylaşım Forumu Asiforum.Net     Duyurular Program İndir Ferizli Haber Kaynarca Haber Anasayfa  

Go Back   Paylaşım Forumu Asiforum.Net
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Asiforum - Musevilik Musevilik hakkında bilgileri bulabileceğiniz bölümdür.

Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 06-09-2017, 05:07 AM   #1
SemaNur
Yardımcı Admin
 
SemaNur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2017
Mesajlar: 2.517
Ruh Halim: Cok Asik
SemaNur is on a distinguished road
Standart Yahudiler ve roma dönemi

MUSEVİLİK VE YAHUDİ TARİHİ

YAHUDİLER VE ROMA DÖNEMİ

ROMALILAR

Yisrael’in İkinci Milletler Topluluğu’nun Roma İmparatorluğu’nun elinde acıklı sona ulaşmasının hikayesini anlatmadan önce zamanda geriye bir yolculuk yapalım ve Roma’nın ne olduğuna, güçlü Yunanlılara nasıl meydan okuyabilecek bir kuvvet haline geldiğine değinelim. Roma’nın tarihi M.Ö. 753 yılında bir şehir devlet olarak başlar. Şehrin kuruluşu ünlü bir efsaneye dayanır. Tiber Nehri kıyılarına yerleşenlerin, akıbetlerinin bağlı olduğuna inandıkları “Vesta’ya, yani ocak tanrıçasına bağlı bakireler” tutmaları yaygın bir uygulamaydı. Bu genç kadınların saf ve temiz kalması gerekiyordu. Bir ocak tanrıçası bakiresi yanlış yola saptığında canlı gömülerek öldürülüyordu. M.Ö. 8. yüzyılda Rhea Silvia adlı bir ocak tanrıçası bakiresi hamile kaldı. Hata onun değildi, tanrı Mars tarafından iğfal edilmişti! Silvia Rhea ikiz oğlanlar doğurdu: Romulus ve Romus. Ne var ki yerel kral onları yarı-tanrı olarak kabul etmedi ve Tiber Nehri’ne attırdı. Mucizevi bir şekilde kıyıya yüzdüler, bir dişi kurt tarafından bakıldılar sonra da bir çoban tarafından büyütüldüler. Oğlanlar büyüdüklerinde, boğulmaktan kurtuldukları yerin yakınında, Tiber’e bakan yedi tepe üzerinde Roma şehrini kurdular. (Daha sonra Romulus Romus’u öldürdü ve tanrı Quirinus oldu.) İlginç olan şudur ki Yahudi geleneği Romalıların, Yaakov’un ikiz kardeşi, kızıl saçlı ve kana susamış Esav’ın soyundan geldiğini ileri sürer. Yahudilik Roma’ya hem “kırmızı” hem de “kan” anlamına gelen İbrani kökten yola çıkarak “Edom” der (Bereşit 36:1’de Esav’a verilen başka bir isim). Daha sonraki Yahudi-Romalı ilişkisine baktığımızda, Romalıların Esav’ın hayat görüşünün ruhani mirasçıları olduğunu anlarız. ROMA CUMHURİYETİ Romulus’un zamanından birkaç yüz yıl ileriye gittiğimizde, yaklaşık M.Ö. 500 yıllarında Roma halkının ona hükmeden monarşiyi devirdiğini ve bir senato tarafından yönetilen bir cumhuriyet kurduğunu görürüz. Senatonun yüksek sınıflardan oluştuğu, toprak sahibi erkek vatandaşların “patrisyen-soylu” adlandırıldığı bir oligarşi... Sağlıklı ve güçlü her eski medeniyet gibi Romalılar da hakimiyet alanlarını genişletmek için savaşmaya koyulur. Hırslı Romalılar karşılarında kendi görüşlerinde olan Kartacalıları bulur ve M.Ö. 264 yılında M.Ö. 146 yılına kadar sürecek olan ve Roma’nın zaferle çıkacağı, Pun Savaşları olarak bilinen muazzam bir mücadeleye girişirler. Romalılar Yunan sömürgelerini, ardından Yunanistan’ın kendisini fetheder ve Akdeniz’deki büyük güç haline gelirler. Büyük ölçüde Yunan hayat görüşünü miras almışlardır. Kültürlerine Greko-Romen deriz çünkü Yunanistan’la Roma iki farklı halk, medeniyet ve kültür oldukları halde Romalılar kendilerini çok büyük oranda Yunanlıların kültürel mirasçıları olarak görüyordu. Daha ileride Roma tarihinde çok sayıda Romalı kendilerini Yunanlıların reenkarnasyonu addedecektir. Yunanlılar Roma mimarisini ve Roma hayat görüşünü birçok açıdan etkilemiştir. Ancak Romalıların kendi benzersiz katkıları da olmuştur. Roma, Yunanistan’dan çok daha muhafazakar, ataerkil bir toplumdu. Ayrıca çok çalışkan, son derece iyi örgütlenmiş kişilerdi, bu da onları imparatorluk kurma ustası haline getirdi. Örgütleme yeteneklerini her alanda görürüz: Mühendislikte: Romalıların hakim olduğu nereye baksak, halen ayakta duran Roma su kemerleri, yolları, kaleleri, duvarları buluruz. İnanılmaz inşaatçılardı. İnşaat bilgileri şaşırtıcıydı. Hükümet ve kanunlarında: Bütün Akdeniz havzasında kullanılan bir kanun sistemi kurdular. Yönetim, vergi toplama yetenekleri. Her şeyin ötesinde sistematik bir şekilde savaşma ve fethetme yetenekleri. Fetih ve imparatorluk kurmak, Roma organizasyonunun en büyük özelliklerindendi. ROMALILARIN FETHİ Romalılar savaşmada devrim yaptı. Yunanlıların aksine, vatandaşları askere almaz, profesyonel bir ordu kullanırlardı. Askerler savaşmak için para alır, bunu hayat boyu sürecek bir kariyer haline getirirdi. Romalı için askerlik sadece bir iş değildi, bir yaşam biçimiydi. Romalıların görüşü tartışmasız en büyük Romalı general olan Jül Sezar’ın ünlü deyişinde saklıydı: Veni, vidi, vici – “Geldim, gördüm, yendim.” Hızlı hareket edemeyen Yunanlı mızraklı ve kalkanlı asker alayları yerine Romalılar, her biri 10 tane daha küçük ve daha hareketli piyade taburuna bölünmüş lejyonları oluşturdu. Lejyon Roma ordusunun temel birimi oldu. Roma, her biri yaklaşık 5.000 kişilik 24 ile 28 arasında, çoğu piyade, birazı süvari lejyonuna sahipti. Bu lejyonların örgütlenme şekli Romalılara savaş alanında inanılmaz bir esneklik kazandırıyordu. Aynı anda yüz kişiyle savaşabilecek daha küçük birimlere ayrılabiliyorlardı. Yunanlıların hiçbir zaman başaramayacağı şekillerde manevra yapabiliyorlardı. Romalılar Yunanlıları işte böyle ezdi. Karşılarına çıkan herkesi katlettikleri gibi onları da katlettiler. Bu bizi Roma kültürünün bir başka kilit özelliğine götürüyor. Romalılar çok sofistike insanlar oldukları halde, çok da vahşiydiler. Belki de tarihteki en vahşi medeniyet... Vahşetleri savaşta görülebilir tabii. İnanılmaz derecede saldırgan insanlardı. Her şeyi fethetmek için kontrol edilemez bir hırsa sahip insanlar... (Bu, Yahudilerin Esav’ın soyundan gelenler hakkındaki görüşlerine uymaktadır. Esav fiziksel olarak hakimiyet kurma gücüne sahipti. İkiz kardeşi Yaakov ise ruhani açıdan hakimiyet kurma gücüne sahipti.) Daha da çarpıcı olanı, vahşetlerinin eğlence şekillerinde de ortaya çıkmasıdır. Romalılar imparatorluğun 200 farklı yerinde, günlerini yiyip içerek ve insanların tuhaf bir şekilde boğazlanarak öldürülmesini seyrederek rahatlayarak geçirdikleri anfitiyatrolar kurdular. (Bu uygulama son derece popülerdi. İmparator Avgustus hükümdarlığı sırasında 10.000 kişinin dövüştüğü ve 3.500 vahşi hayvanın öldürüldüğü oyunları başlatmakla övünmektedir.) Bu nokta insanlık tarihinde çok ilginç bir ders oluşturmaktadır. En sofistike kültürlerin, aynı zamanda en vahşileri olduğunu da sıklıkla görüyoruz. Bunu Roma’da (daha sonraları birçok başkasında, en yakın zamanda da Almanya’da) gördük. ROMA İMPARATORLUĞU Roma orduları dışarıda zaferler elde ederken, ülkede cumhuriyetin hali pek iyi değildi. M.Ö. 1. yüzyılda Roma iç çekişme ve sınıf mücadelesi ile uğraşmak zorundaydı. Bunların arasında Spartaküs’ün başını çektiği tutsakların ayaklanması (M.Ö.72) belki de en ünlüleridir. Bu sözde “sosyal savaş” Roma’yı vatandaşlığı geniş ölçüde yaygınlaştırmaya zorladı ama cumhuriyet yine de ortadan kalktı. General Pompeii popüler bir galip olarak ortaya çıktı, Krasus ve Jül Sezar ile M.Ö. 60 yılında Birinci Triumvirlik’i kurdu. Ancak Pompeii ile Sezar’ın arası bozuldu ve Sezar Roma’ya hakim olarak Roma İmparatorluğu’nun temellerini attı. Yisrael ülkesindeki hikayeyi bu noktada bırakmıştık. Son iki Hoşmanay hükümdar (Makabilerin soyundan) iki erkek kardeşti: Hyrcanus ve Aristobolus. Birbirleriyle kimin kral olacağı konusunda kavga ederken akıllarına Roma’nın aracılık yapması fikri geldi. Böylece M.Ö. 63 yılında Pompeii, ordularını Yisrael’e hareket ettirmeye davet edildi. Eski tarihçi Josefus daha sonra neler olduğunu ayrıntılarıyla açıklar. Romalılar gelir, birçok Yahudiyi katleder ve iki kardeşten zayıf olanı, Hyrcanus’u ülkenin kukla hükümdarı yaparlar. Bu Roma sisteminin bir parçasıydı. Vekâletle hükmetmeyi severlerdi. Roma’nın vergileri ödendikçe ve Roma kanunlarına uyuldukça yerel vali ya da kralın, ülkeyi yönetmek için gündelik sorunlarla uğraşmasına izin verirlerdi. Roma’nın Yisrael’e müdahalesi Yahudi bağımsızlığına son verdi ve Yahudi tarihinin en karanlık dönemlerinin birini başlattı. Hükmeden Hyrcanus veya herhangi bir başka Yahudi değil, Roma idi. (Sanhedrin’in nüfuzu Pompeii’nin fethinden altı yıl sonra bir Roma kararnamesiyle iptal edilmişti.) Bağımsız Yisrael devleti artık yoktu. Roma’nın Judea eyaleti olmuştu. Pompeii savaştaki yararlılıkları karşılığında ödül olarak askerlerine geniş toprak parçaları vererek ülkenin büyük kısmını böldü. Gaza, Yafa, Aşdod ve diğer Yahudi şehirleri artık Roma İmparatorluğu haritasında yer alıyordu. Kendisine kral deme hakkı bulunsa da Hyrcanus sadece Yeruşalayim’e ve kuzeyi ile güneyinde birkaç parçaya sahipti ama bu küçük alanı bile Şam’daki Roma konsülüne danışmadan yönetemiyordu. 29. bölümde sözünü ettiğimiz gibi Yisrael’in Roma tarafından alınışında kilit rolü Hyrcanus’un baş danışmanı, İdumean generali Antipater oynuyordu. Idumeanlar Yahudilerin benzeri görülmemiş bir hatasının tanıklarıydı: Yohanan Hyrcanus’un zorla Yahudi yaptığı kişilerdi. Zayıf Hyrcanus’un arkasındaki gerçek kuvvet olan Antipater, fırsatı eline geçirmişken kendi ailesini güçlü konumlara getirmeyi ihmal etmedi. Hyrcanus’a rehberlik etmeyi sürdürdü ve M.Ö. 49 yılında Pompeii ile Jül Sezar iç çatışmaya girişince, kazanan tarafı seçmesine yardım etti. Antipater kısa zaman sonra iktidardaki adam oldu. Romalılar bu zorla Yahudi olmuş adamın, Yahudi değerleriyle veya milliyetçiliği ile özdeşleşmediği konusunda doğru tahminlerde bulundu. Antipater iktidarda olduğu sürece “militan tektanrıcılık” yeniden tehlikeli bir biçimde ortaya çıkmayacaktı. Antipater tarihe adını yazdırmadı ama oğlu Herod, dini zorla değiştirilmiş bir aileden gelmesine ve sadece ismen Yahudi olmasına rağmen Yahudilerin en ünlü krallarından biri oldu. Tarihe Büyük Herod olarak adını yazdırdı.


Birinci Yahudi-Roma savaşı

Birinci Yahudi-Roma savaşları (66–73), (Büyük İsyan diye de bilinir, İbranice:המרד הגדול, ha-Mered Ha-Gadol), Yahudiye eyaletindeki Yahudilerin Roma İmparatorluğu'na karşı gerçekleştirdiği üç isyandan birincisidir (birincisi 115-117 yılları arasındaki Kitos Savaşı, üçüncüsü ise 132-135 yılları arasındaki Bar Kokhba isyanıdır). İsyan 66 yılında Yunanlılar ve Yahudiler arasındaki dinî gerilim yüzünden çıktı.[1] Titus komutasındaki lejyonların Kudüs'ü kuşatıp, yerle bir etmeleri, Herod Tapınağı'nın (70 yılında) ve Yahudi kalelerinin (67'de Gamla ve 73'te Metzada) yağmalayıp ateşe vermeleri ve Yahudilerin büyük bölümünü köle yapıp, kılıçtan geçirmeleriyle sona erdi.
Yahudi isyanlarının Roma İmparatorluğu tarafından bastırılması, Yahudilerin çoğunun dağıtılıp köle olarak satılması nedeniyle Yahudi diasporasının dağıldığı coğrafya ve diasporadakilerin sayısı üzerinde etkili olmuştur.


YAHUDİ-ROMA İŞBİRLİĞİ: ELÇİ İSA'YI "ÖLDÜRMEYE TAM TEŞEBBÜS"

İnsanlık Tarihi, başlangıcından günümüze kadar çok sayıda medeniyet, kavim ve insan topluluklarının, tarih sahnesine çıkışlarına, mücadelelerine ve yok oluşlarına şahit olmaktadır.
Allah, Hak'ka(İslam'a) daveti, insan neslinin, yeryüzündeki hayata adım atmasıyla başlatmıştır. Davet yöntemleri, insanın gelişmesine paralel bir şekilde; elçiler, sayfalar, kitaplar aracılığı ile olmuştur. Ayrıca, tüm evren(alemler), bu gerçeği anlamada, insanın önüne "apaçık bir kitap" olarak serilmiştir.
Sitemizin "Eski Kavimler" bölümünde, Kur'an da açıkça yer alan, bu kavimlerden bazılarının; elçileriyle mücadelesi ve sonunda helak oluşları, yer almaktadır. Bu bölüm, arkeolojik araştırmalar ve Kur'an da yer almayan kavimlerle, daha da zenginleştirilecektir. Ayrıca, insan topluluklarının, "elçileriyle mücadelelerini"; uyarıcı olmak üzere "Allah'tan gelen azabı(cezayı)" ve nihayet elçilerini öldürmeye teşebbüs etmeleri sebebiyle de "nasıl helak oldukları" konusunu, "Eski kavimler" bölümünde yayınlayacağız. Bu nedenledir ki burada, bu "elçi-kavim(toplum) ilişkisini" kısaca özetleyeceğiz.

ELÇİLERİN GÖREVİ: ELÇİ-KAVİM İLİŞKİSİ VE "HELAK"

Özetle "sünnetullah" şudur:
1) Allah, insan toplumlarının merkezlerine, rahmet olmak üzere; Rahmet Elçilerini, insanları uyarmak; Hak'ka(İslam'a) çağırmak üzere gönderir. Zira Allah, insanoğlunun, Kendisine başlangıçta verdiği sözü unutup, Hak'tan sapacağını bildiği için, "elçi göndermeyi" vaad etmiştir. Bu vaad, Allah'ın Rahmet Sıfatı'nın bir sonucudur. Bu nedenledir ki, her kavme(topluma), bir "uyarıcı-hatırlatıcı-korkutucu" ve Hak'ka gelenleri "müjdeleyici" elçiler göndermiştir. Elçileri destekleyici olmak üzere de nebilerden söz almıştır.
2) Kendilerine elçiler gelen kavimler, bu elçilerin; "sadece ve sadece Allah'a köle olun. Allah'ın dışındaki ilahları reddedin!" çağrısı karşısında, direnmişler ve elçilerle mücadele etmişlerdir. "Atalarının-babalarının dini"nden vazgeçmeyeceklerini söyleyerek; bu mücadelede ileri gitmişler ve elçileri öldürmeye çalışmışlardır. Elçilerini, yalancı, iftiracı, sihirbaz ve mecnun(cinni) olarak suçlayarak; mucizelere inanmamış, getirilse bile inanmayacakları, daha başka mucizeler istemişlerdir.
Genellikle, bir önceki elçinin getirdiği "İslam Dini" de zamanla bozularak, "şirk dini"ne dönüşmekte; "din adamları" çatısı altında toplayabileceğimiz; kahinler, hakimler, rabbaniler, ruhbanlar, rahipler, alimler, mollalar ve şeyhler saltanatı ortaya çıkmaktadır. Elçilere asıl savaş açanlar, bu "saltanat"ın sarsılmasından korkanlardır.
Esas itibariyle, elçilerin temel görevi, Allah'ın vahyi'ni; insanlara tebliğdir. İktidarı ele geçirmek ve yönetime talip olmak değildir. Hiçbir elçinin, vahye muhatap olan toplumu, yönetmekle ilgili iddiası yoktur. Nitekim Hz. Muhammed, Kureyş'in yönetim teklifini elinin tersiyle iterken, Hz. İsa, "vergiyi kime vereceğiz?" sorusuna cevap olarak, "parayı" işaret etmiştir.
Ancak, toplumun "din baronlar"ı ve iktidar sahipleri, elçileri, iktidarları için tehdit olarak görmüşlerdir ve onları, "yurtlarını-iktidarlarını ele geçirmekle" suçlamışlardır. Vahyin Elçileri'ni böyle göstermek, işlerine gelmektedir. Sonuç olarak, bu kökleşmiş "şirk saltanatı"nın sarsılacağını gören "din baronları", elçilere savaş açmakta ve öldürmekle tehdit ederek; "tebliğ görevleri"ni yasaklamaktadırlar.
3) Elçilerin tebliğ görevi sırasında Allah, o kavme(topluma), uyarıcı olmak üzere; çeşitli sıkıntılar, kıtlıklar, kuraklıklar, depremler, kasırgalar vb. toplumun doğal yaşamını alt-üst edecek "doğal felaketler" göndermekte; adeta "ilahi top atışları"yla, toplum, "yumuşamaya ve akletmeye" zorlanmaktadır. Bütün bunlar Kur'an da, "Allah'ın uyarıcı azabı" olarak bildirilmektedir. Uyarılan toplum ve bireyleri, "elçinin tebliğine eşlik eden" bu uyarıları, ya algılamamakta, ya da bu olayları, elçinin uğursuzluğu olarak nitelendirmektedirler.
4) Sonunda, kavminin düşmanlığının arttığını ve konuşmasının yasaklanarak; "ya bizim dinimize dönersin, ya yurdumuzu terkedersin, ya da seni taşlarız-öldürürüz" tehdidiyle karşılaşan elçi, Rabbine sığınarak, aczini ifade eder ve yardım ister. Bunun üzerine, " Allah'ın vaadi" gereğince elçiler ve ona tabi olan, "iman eden kimseler"in, kavimlerini terkedip-hicret etmeleri emredilir.
Geride kalan, elçinin çağrısına iman etmeyen ve onun konuşmasını da yasaklayarak, öldürmekle tehdit eden kavim(toplum), "kökten" yok edilir. Yani, Kur'an kavramıyla "helak" edilir. Kur'an, kavimlere gönderilen elçiler, bu elçilerin çağrıları, kavimlerinin cevapları, Allah'ın, bu kavimleri nasıl ve neyle helak ettiğiyle ilgili, sayısız ayetler ve açıklamalarla doludur. Bu meseleyi daha iyi anlamak için "Eski Kavimler" bölümündeki; "Kur'an da Nuh", "Kur'an da Ad", "Kur'an da Semud", "Kur'an da İbrahim", "Kur'an da Lut" sayfaları incelenebilir.
5) Sonuç olarak söyleyeceğimiz şudur ki: "kavimlerin helakı"nın temel sebebi; elçilerin getirdiği mesajı inkar etmeleri ve tebliğe, olumlu cevap vermemeleri değildir. Helakın asıl sebebi, elçilerin, Allah'tan aldıkları "vahyin topluma iletilmesi, temel hakkı"nın çiğnenmesi ve hatta tamamen ellerinden alınarak, yasaklanmasıdır.
Her kavmin ve her insanın, Hak'kı(İslam'ı) inkar etme, reddetme ve yeryüzünü ifsad etmemek şartıyla, yaşama hakkı vardır. Her insan, "ister iman eder, ister küfreder(örter)", hesabını "Mahşer"de verir. Bu, Allah'ın, insanlara, Dünya 'da tanıdığı; "inanma, düşünme ve düşüncesini tebliğ etme özgürlüğü"dür. Bu özgürlük, insanlar kadar elçilerinde hakkıdır. Elbette ki Allah, Elçileri'nin ve Dini'nin koruyucusudur.
Şayet elçilerin kavimleri, elçilerin, topluma Hak'kı(İslam'ı) tebliğ etmesine sonuna kadar müsade etselerdi; bu "temel özgürlüğü" ellerinden almasalardı; biz inanıyoruz ki, "Allah'ın helakı", belirlenmiş bir süreye kadar gecikecekti.
Bugün Allah ve O'nun Alemlere Rahmet olarak gönderilmiş olan Elçisi Muhammed(a.s.) adına hareket ettiklerini söyleyenler, ne hazindir ki, "kendi hevaları"na göre hareket ediyorlar. Nitekim Kur'an, şöyle seslenir: "Sen o hevasını ilah edineni görmedin mi ?" Unutmayalım ki, İslam adına hareket ettiğini söyleyip; bu "temel özgürlüğü" tanımayan, "İslam cahili radikalizm", bir hastalıktır, hem de tedavisi olmayan bir hastalık.

İSRAİLOĞULLARININ SON ELÇİSİ: "İSA"

Neredeyse tüm elçiler, kavimlerini uyarmak için mücadele etmişlerdir. Peygamberliğin mührü olan son Elçi Muhammed(a.s.)'ın, habercisi olan İsa(a.s.)ın, kavmiyle mücadelesi, yakın tarihin en dramatik mücadelesidir. Olağanüstü doğumu, hayatı, mucizeleri ve mücadelesiyle, bugün dahi tartışmaların konusu olmaktadır. İsrailoğulları'nın son "kavmi elçisi" olan İsa, nebilere uzanan kanlı ellerin son şahidi olmuş ve Kavmi'nin suçunu kanıtlamıştır. Burada Yahudilerin, alemlere rahmet olarak gönderilen, son evrensel Elçi'yi de, öldürmeye teşebbüs ettikleri hatırlanmalıdır.

İSRAİL KAVMİ' NİN ESARETİ: ROMA HAKİMİYETİ

Olağanüstü özellikleriyle, elçiler arasında dikkat çeken İsa, putperest Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde bulunan; bugünkü İsrail, Filistin, Suriye ve Ürdün topraklarını kısmen içeren bir bölgeye; İsrail kavmi'ne gönderilmişti.
İsa'nın doğduğu Yahudiye toprakları, Romalılar tarafından, M.Ö 63 de işgal edildi. Bu tarihten sonra Roma, Yahudiye'yi bir "sömürge" olarak yönetti. İsa'nın doğumu sırasında, pagan Roma'nın başında, M.Ö 27 tarihinde Roma senatosunun, Augustus ünvanı verdiği, Sezar'ın, yeğeninin oğlu Octavianus (M.Ö 27- M.S 19) vardı. Çağının en büyük emperyal gücü olan Roma'nın sınırları, Batı Avrupa, Kuzey Afrika, Mısır, Anadolu ve Suriye' yi içine alıyordu.
Yahudiye'de yönetici olan Herod (M.Ö 74 - M.S 4), Roma senatosuna bağlı bir kraldı. Ancak bu bir kraldan ziyade, Roma'nın, bölgedeki valisi konumundaydı. Bu dönemde Roma, Yahudiye'de, bir Romalı yönetici bulundurmuyor, tayin ettiği kralla(valiyle) yönetiyordu. Herod, ölümünden önce Yahudiye krallığını, oğulları arasında paylaştırarak; kendisi ile birlikte dörtlü bir yönetim oluşturdu. Ancak imparator Augustus, Herod'un ölümünden sonra, onun vasiyetini tanımadı.
Romalılar, Kudüs'e valiler göndererek, daha sıkı bir şekilde kontrol altında tutmaya başladılar, Herod'un oğullarından Herod Antipası'da, babasının ölümünden sonra, düşük profilli bir kral(vali) olarak tanıdılar. İsa, tebliğe başladığı zaman, Roma yönetimi değişmişti. Augustus'un üvey oğlu Tiberius (M.S 14-37), İmparator olmuştu. Roma, Yahudiye kralı Herod Antipas'ın yanında, ülkeyi daha sıkı kontrol etmek için vali Pontus Pilatus'u görevlendirmişti.

İSA'NIN TEBLİĞİ: KAVMİNİN DURUMU

Zekeriya Peygamberi öldüren, İsa'nın öncüsü ve habercisi Zekeriya oğlu Yahya peygamberin, uyarılarını duymayan ve hatta ölümüne seyirci kalan İsrail kavmi, Musa'nın getirdiği "Din"i, çoktan bozmuştu. Zekeriya'nın oğlu elçi Yahya, kral Herod Antipas'ın emriyle tutuklanmış; daha sonra da kavminin seyirciliğinde öldürülmüştü. Helen kültürü ve Roma paganizminden etkilenen ve ellerindeki Tevrat'ı rafa kaldırıp; "Sözlü Tevrat" oluşturan din adamları, "şahsi görüş ve yorumlarını" egemen kılmışlardı. Kaldı ki rafa kaldırdıkları Tevrat bile, Musa'nın getirdiği Kitap olmayıp; Babil sürgünüyle kaybolan ve yeniden düzenlenen Tevrat'tı.
Tabi ki bu Hak'ka(İslam'a) çağrı karşısında, yukarıda bahsettiğimiz; her elçinin karşılaştığı süreç başladı. Yahudi din adamları; ferisiler ve hahamlar, özellikle de Mabed'i kontrol altında tutan, Yahudiye'nin ileri gelen zenginlerini de içine alan sadukiler, tepkilerini göstermekte gecikmediler.

Allah'ın, Davut soyundan, İsrail kavmine son elçisi olan Mesih İsa, niçin gönderildiğini ve "Musa'nın Dini"nin nasıl bozulduğunu; Barnabas İncili'nde, bakın nasıl anlatıyor:


"DİNİ BOZMASALAR, İNCİL BANA VERİLMEYECEKTİ"

"Bakın, size diyorum ki, şayet Hak(Gerçek), Musa'nın kitabından silinip çıkarılmamış olsaydı, Allah, babamız Davud'a ikinciyi vermeyecekti. Ve, Davud'un Kitabı(Zebur), tahrif edilmemiş olsaydı, Allah, İncil'i bana emanet etmeyecekti. Çünkü, Allah'ımız Rab, tüm insanlara, "değişmez ve tek bir mesajla" konuşmuştur.
Allah, insana, "kurtuluş yolu" olarak takdir ettiği şeyi, tüm peygamberlere söyletmiştir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah, sağ ve diridir ki; şayet Musa'nın Kitabı, babamız Davud'un Kitabı'yla birlikte, sahte ferisi ve fakihlerin insanî gelenekleriyle tahrif edilmemiş olsaydı, Allah, bana Kelâmı'nı vermeyecekti. Ve, neden ben Musa'nın Kitabından ve Davut'un Kitabı'ndan söz ediyorum? Her peygamberliği tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allah'ın emrettiği hiç bir şeye bakılmıyor. Ancak insanlar, sanki Allah yanılgı içinde de, insanlar hata etmezmiş gibi, fakihler ne diyor, ferisîler ne yapıyor diye ona bakıyorlar.
"Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız nesle. Çünkü üzerlerine, Mabedle mihrap arasında öldürdükleri Berekya'nın oğlu Zekeriya'nın kanıyla birlikte, her peygamberin ve takvalı insanın kanı dökülecektir!
"Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi takvalı insanı, tabii bir ölümle, ölüme bıraktılar? Olsa olsa bir tane. Ve, şimdi de beni öldürmenin yollarını arıyorlar. İbrahim'in çocukları olmakla ve güzel mabetleri bulunmakla övünürler. Allah sağ ve diridir ki, onlar, Şeytan'ın çocuklarıdır ve onun dilediğini yaparlar. Bu yüzdendir, Kutsal Şehirle birlikte, Mabed yıkılacak, o kadar ki, Mabet'de taş üstünde taş kalmayacaktır.
"Allah beni, İsrail ailesine göndermek için seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya benzeyen bir Kitap verdi. O, benim kalbime o şekilde indi ki; konuştuğum şeylerin hepsi bu Kitap'tan(İncil'den) geliyor. Ve, bu Kitab'ın, benim ağzımdan çıkması sona erdiği zaman, ben Dünya'dan yukarı alınacağım."(Barnabas İncili/124,189)


"İMANI, ADALETİ, MERHAMETİ BIRAKIYORSUNUZ"

İsa, Musa'nın ve Davud'un Dini'ni, "şirk dini"ne dönüştüren "din adamlarını", Matta İncili'nde, bakın nasıl suçluyor:
"Yazıcılar(haham ve rabbiler), ferisiler, Musa'nın kürsüsünde otururlar, bundan dolayı size söyledikleri bütün işleri yapın ve tutun. Ancak onların işlerine göre yapmayın, çünkü söylerler ve yapmazlar. Evet onlar ağır ve taşınması güç yükler bağlayıp, insanların omuzlarına korlar, kendileri ise parmakları ile onları kımıldatmak istemezler.
Fakat onlar, bütün işlerini, insanlara görünmek için yaparlar. Ziyafetlerde baş köşeyi, mabetlerde baş yerleri ve çarşı meydanlarında selamları ve insanlar tarafından rabbi diye çağrılmayı severler.
"Lakin, vay başınıza hahamlar, rabbiler, ferisiler! Ve münafıklar! Çünkü siz göklerin melekutunu, insanların yüzlerine kapıyorsunuz. Böylece kendiniz, (bu melekuta) girmediğiniz gibi, girenleri de bırakmıyorsunuz ki girsinler.
"Vay başınıza sahtekar hahamlar, rabbiler ve ferisiler! Çünkü nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını veriyorsunuz ve şeriatın daha ağır işlerini, adaleti, merhameti ve imanı bırakıyorsunuz. Siz, küçük sineği süzerek ayırırsınız, ancak deveyi yutarsınız." (Matta İncili/23)


"VAY HALİNİZE HAHAMLAR": "PEYGAMBERLERİN KANINDAN SORULACAKSINIZ"

İsa, onların, yaptıklarının hesabını vereceklerini söyleyerek; şöyle tehdit ediyor:
"Vay halinize ey hahamlar, rabbiler ve ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, salihlerin türbelerini donatırsınız. 'Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte peygamberlerin kanına girmezdik' diyorsunuz. 'Böylece, peygamberleri öldürenlerin torunları olduğunuza siz kendiniz tanıklık ediyorsunuz. Haydi, atalarınızın başlattığı işi bitirin! Sizi yılanlar, sizi engerekler soyu! Cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız?'
"İşte bunun için size peygamberler, hikmetli adamlar ve din bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek, çarmıha gereceksiniz. Kimini havralarınızda kamçılayacak, kentten kente kovalayacaksınız. Böylelikle, doğru kişi olan Habil'in kanından, tapınakla sunak arasında öldürdüğünüz Berekya'nın oğlu Zekeriya'nın kanına kadar, yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu tutulacaksınız. Size doğrusunu söyleyeyim, bunların hepsinden, bu kuşak sorumlu tutulacaktır" (Matta İncili / 23)


alıntı
SemaNur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla

SemaNur Kullanicisinin Son 5 Konusu
Baslik Kategori Son Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj
Nasıl Nedir? Felsefe Sözlüğü ~ SemaNur 0 177 09-19-2017 11:38 PM
Neden Nedir? Felsefe Sözlüğü ~ SemaNur 0 183 09-19-2017 11:38 PM
Nedenselcilik Nedir? Felsefe Sözlüğü ~ SemaNur 0 34 09-19-2017 11:37 PM
Nedensellik Nedir? Felsefe Sözlüğü ~ SemaNur 0 28 09-19-2017 11:37 PM
Nedensellik Yasası Nedir? Felsefe Sözlüğü ~ SemaNur 0 23 09-19-2017 11:36 PM

Okunmamış 06-09-2017, 05:10 AM   #2
SemaNur
Yardımcı Admin
 
SemaNur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2017
Mesajlar: 2.517
Ruh Halim: Cok Asik
SemaNur is on a distinguished road
Standart Cevap: Yahudiler ve roma dönemi

"DİN ADAMLARI TUZAK KURDULAR"

Bu ifadeler, Yahudi halkı üzerinde güçlü bir otoritesi olan "din adamlarını" ve "düzenlerini" sarstı. Roma'nın zulmünden ve kral Herod'dan rahatsız olan halkın huzursuzluğu daha da arttı. Mabetteki ve Yahudiye'deki hakimiyetlerini, Roma'nın desteği ile sürdüren hahamlar, sadukiler ve ferisiler; İsa'nın çağrısının, kurdukları düzeni yıkacağını, maddi-manevi gelirlerinin kesileceğini, en önemlisi halkın üzerindeki otoritelerinin sarsılacağını anladılar.
Kral Herod'u ve Roma valisi Pilatus'u kışkırtarak; İsa'nın konuşmasını, "Hak'ka ve Gerçeğe" insanları çağırmasını engellemek için, önceden bir çok nebiye yaptıkları gibi onu da "öldürmeye" karar verdiler. Aslında, İsa'yı suçlayacak hiç bir hukuki dayanakları yoktu. Ölüm cezasını uygulama yetkileri de yoktu ve halkın tepkisinden de çekiniyorlardı. Bu karışık durumdan kurtulmak için, "devlete karşı suç işlediği iddiası" ile, İsa'yı, önce kral Herod'a, sonra da vali Pilatus'a şikayet ederek, tutuklanmasını istediler. Gerekçeleri ise, İsa'nın, "mesih"lik iddiasında bulunduğu ve bu iddiada bulunanların eninde sonunda; "aşırı kargaşa ve iç isyan çıkardıkları" varsayımı idi.


HAHAM- ROMA İŞBİRLİĞİ: "İSA ÇARMIHA GERİLECEK"

Pilatus, İsa'yı, tutuklamanın ve öldürmenin, Roma hakimiyetine karşı Yahudiye'de var olan direnişi, daha da arttıracağıdan çekinmekteydi. Ancak, daha önce Roma'ya başkaldıranlara karşı, işbirliği yaptığı Yahudi din adamlarının karşısında, zor duruma düşeceği ve siyasi durumunun sarsılacağından endişe ediyordu. Pilatus ölüm cezasını istemeyerek de olsa vermek zorunda kaldı. İnfazın, Yahudi yasalarına göre taşlanarak değil, Roma hukukuna göre "çarmıha gerilerek" yapılmasına karar verdi.
Kısaca yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi, Eski Kavimler'in ve hususen de İsrail kavmi'nin, elçilerine yaptıkları zulüm ve öldürme teşebbüsü, yakın tarihin şahitliğinde, bir kez daha tekerrür ediyordu. Adeta öldürdükleri peygamberlerin kanları kurumadan, kanlı ellerini, kendilerine rahmet olarak gönderilmiş İsa(a.s.) da uzatarak, Allah'ın gazabını ve de azabını hak ettiklerini göstermişlerdir.


"ONLAR TUZAK KURDULAR: ALLAH' DA TUZAK KURDU"

Başkahin, Yahudi din adamları ve İsa'ın havarilerinden Yahuda İskariyot, Roma valisi Platusla işbirliği yaparak, tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Bütün plan ve tuzaklar, Allah'ın Planı'nın içindedir. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. İsa'nın ağzından, Barnabas'tan dinleyelim:
"Din adamaları, etraflarındaki insanları, bana karşı ayaklandıracaklar. Roma valisinden, beni öldürmek için yetki koparacaklar. Çünkü benim, İsrail krallığını gaspetmek istediğimden korkuyorlar. Hatta, Yusuf'un, Mısır'a satıldığı gibi, ben de havarilerimden biri tarafından ihanete uğrayacak ve satılacağım. Ancak peygamber Davud'un; "O(Allah), çukura, komşusuna tuzak kuranı düşürecektir." dediği gibi, adalaletli Allah, o ihbarcı haini, kazdığı kuyuya düşürecektir. Allah beni, onların elinden alıp, kurtaracaktır."
"İsa, evden çıkıp, yüz kez dizlerini büküp secdeye vararak; ibadet etmek üzere, bahçeye çekildi. Bu sırada, İsa'nın şakirtleriyle birlikte bulunduğu yeri bilen havari Yahuda İskariyot, Başkahine gitti ve dedi ki:


"NE İSTERSİN?": "30 ALTIN"

"Bana vaad ettiğinizi verirseniz, bu gece aradığınız İsa' yı, sizin elinize vereceğim. Zira o, onbir havarisiyle birlikte yalnızdır. Başkahin karşılık verdi:
"Ne kadar istersin?" Yahuda dedi ki:
"Otuz altın."


İSA YÜKSELİRKEN: YAHUDA BENZETİLİYOR

"Askerler, Yahuda ile birlikte, İsa'nın bulunduğu yere gittiklerinde, İsa, çok sayıda kişinin yaklaştığını farkedip, geri eve çekildi. Ve on bir havari uyumaktaydılar. O zaman, kölesine gelen tehlikeyi gören Allah, Cebrail ve beraberindeki meleklere; İsa' yı Dünya'dan almaları için emretti. Kutsal Melekler, gelip, İsa' yı güneye bakan pencerden çıkardılar.
"Yahuda, herkesin önünden hızlı hızlı geçerek, İsa'nın yattığı odaya daldı. Şakirtler, uyuyorlardı. Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah, yeni bir mucize daha yarattı. Öyle ki, Yahuda, "konuşma ve yüz bakımından" İsa'ya o şekilde benzetildi ki; onun İsa olduğuna inandık. Ve o(Yahuda) bizi uyandırdı. Muallimin bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine, biz hayretle cevap verdik ki:
"Sen, bizim muallimimizsin, bizi unuttun mu?" Bunun üzerine o gülümseyerek dedi ki:
"Şimdi benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız mı?"
"Ve bu tartışma üzerine, askerler içeriye girdiler. Ellerini, Yahuda'nın üzerine koydular. Çünkü o, her bakımdan İsa' ya benziyordu. Biz, Yahuda'nın dediklerini duyup; yığınla askeri de görünce, delirmiş gibi kaçtık.
"Askerler Yahuda' yı tutup bağladılar. Çünkü o, gerçekten İsa olmadığını söylüyordu. Askerler, kendisiyle alay edip dediler ki:
"Efendi, korkma! Çünkü biz, seni, İsrail kralı yapmaya geldik ve senin krallığı reddedeceğini bildiğimiz içinde bağladık." (Barnabas İncili /139,214-217)
İsa' dan sonra da, şakirtlerine ve iman edenlere amansız takip, işkence ve zulüm başladı. İsa' ya tabi olanlar, bu baskı ve dayanılmaz işkencelerden, evlerini-barkların terkedip; hicret ettiler. Daha sonraki yıllarda, Roma'nın hakimiyetinde olan her yerde; İsa taraftarları, insanlık dışı zulüm ve ölümlere maruz kaldılar. Roma'nın arenalarında, vahşi hayvanlara atıldılar. Bu zulümler, Roma'nın Filedelfia(Ürdün) eyaletindeki "Kehf ve Rakım Ashabı"na kadar devam etti.


YAHUDA İSKARİYOT'A: "ALLAH'IN AZABI"

Bundan sonra, Allah'ın, İsa'nın hain havarisi Yahuda İskariyot'a olan azabını; "çarmıh senaryosunu", ister hayal edin, isterse de Mel Gibson'un "Tutku" filminden izleyin, şayet tahammül edebilirseniz. Zira Allah, Maide(Sofra) suresinde, Hak'kı inkar ederek; İsa'ya ihanet edecek havarileri şöyle tehdit ediyor:
Allah dedi ki: "Şüphesiz Ben, bunu(sofrayı), size indireceğim. Bundan sonra sizden(havarilerden), her kim Hakk'ı örterse, ona, alemler içerisinde hiçbir kimseye azap etmediğim gibi azap edeceğim."
[MAİDE(5)/115]

İSRAİL KAVMİNE: "AZAP MI-HELAK MI?"

İsa'yı "öldürmeye tam teşebbüsten" suçlu "Yahudi kavmi" ve suç ortakları "putperest Roma"nın, bu teşebbüslerinin, sünnetullah da karşılığı neydi ve ne oldu? Yazımızın başında da ortaya koyduğumuz gibi, Allah'ın Elçisinin susturulup; öldürülmeye teşebbüs edilmesinin cezası; o kavmin, toptan "helak" olmasıdır. İsa'nın kavminin cezası, sünnetullahta budur. Ancak, bu kavmin, toptan "helak" olmadığını biliyoruz. Bu meselenin cevabı, elbette Kur'an da vardır ve ayrı bir çalışmanın konusudur. Sitemizin "Eski Kavimler" bölümünde, "İsrailoğulları ve İsa" hazırlanmaktadır ve bu mesele orada açıklanacaktır. Şimdilik vereceğimiz cevap şudur: İsrailoğulları, bunca peygamberleri öldürmelerine rağmen, "helak" olmamışlardır. Bu "helak", sona; yaklaşmakta olan "Birinci Saat'e(Kıyamet'e)", bırakılmıştır. Ancak Allah, işlenen bu suçların karşılığı olan "azab"ı, her defasında göndermiş ve aşağıdaki ayetlerin hükmü, her defasında icra edilmiştir:
"BİR MİLLETİ, MUSALLAT EDEREK AZAPLANDIRIRIZ"
"Hakk'ı örtenleri, Dünya ve Ahiret'te şiddetli bir azapla, cezalandıracağım. Onlara bir yardım da yoktur."
[ALİ İMRAN(3)/56]
De ki: O(Allah), üstünüzden veya ayaklarınızın altından, bir azap göndermeye kadirdir. Yahut, bir fırkayı (milleti), musallat ederek; bazınıza, bazınızın azabını(kuvvetini) tattırır. Bak! Ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Umulur ki aklederler.
[EN'AM(6)/65]
Onların(İsrailoğulları'nın) üzerine, nerede olurlarsa olsunlar, Allah'tan ve insanlardan vurulmuş bir zillet (boyunduruk) vardır. Allah'ın ayetlerini örtmeleri, nebileri haksız yere öldürmeleri, isyan edip haddi aşmaları sebebiyle, onlara meskenet(alçaklık) vurulmuştur ve Allah'ın azabını satın almışlardır."
[ALİ İMRAN(3)/112]

KUDÜS'E, ROMA'NIN TRAJİK SALDIRISI

İsrail kavminin önde gelen din adamları ve onların arkasından gelen ve İsa' ya iman etmediği gibi; onu yalancı peygamber olarak gören halk, din adamlarının yönlendirmesiyle, adete O'nu öldürme histerisine tutulmuşlardı. Nihayet içlerindeki intikam ateşi, İsa'nın görüntüsünde, Yahuda İskariyot'un şahsında, tarifsiz işkencelerle, ölüme dönüştü. Böylece tarih, bir kere daha tekerrür ediyor, İsrail kavmi, Allah'ın onlara rahmet olarak gönderdiği; "son kavmi elçileri"ni de ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Ancak Allah'ın sünneti, her zamanki gibi işledi ve kısa sürede, üzerlerine "azab ateşi" yağdı. Ne acıdır ki, İsa' yı öldürmek için işbirliği yaptıkları Roma, bütün gücüyle İsrail kavminin üzerine gelecek; tarihin en kanlı saldırılarından birisi gerçekleşecekti. Ve Kutsal Mabed'in çevresi, binlerce çarmıha gerilmiş Yahudi'ye mezar olacaktı. İşte Hak'kı örten zalimlere, Allah'ın, bir "millet eliyle" dokundurduğu "azap eli". İşte yakın tarihin, ibret dolu bir sahnesi! Ders alanlar var mıdır?


ROMA, KUDÜS'Ü YERLE BİR ETTİ

Yahuda'daki bazı Yahudi ayaklanmaları ve karışıklıkları bastırmak için, Roma generallerinden Titus Flavius Vespasian, kalabalık bir ordu ile Kudüs'ü kuşattı. Titus, başlangıçta Kudüs'e dokunmadı, çevresindeki yerleşim yerlerini ve kaleleri ele geçirdi. Ancak M.S 69 da, imparator ilan edildiği haberi gelince, Roma'ya döndü. İmparator olduktan sonra, 29 yaşındaki oğlu Titus'a, kendisine bir zafer gerektiğini söyleyerek; Kudüs'ü kuşatmasını ve gücünü kanıtlayacak bir zafer kazanmasını emretti. Oğul Titus'un, M.S 70 yılının Nisan ayında başlayan Kudüs kuşatması, Eylül ayına kadar sürdü.
Roma imparatoru Titus'un oğlu Titus, Mabed'i ele geçirerek yaktı. Kudüs tarihinin en kanlı yıkımını ve talanını yaptı. Adeta Mabed'i enkaza dönüştürdü ve Mabet'ten geriye, bugünkü "ağlama duvarı" denen "Batı Duvarı"kaldı. Yahudiler, esir olarak satılıyor, katlediliyor veya çeşitli Roma vilayetlerinde arenalarda öldürülmek üzere, guruplara ayırılıyorlardı. Yakalananlar, aynen, İsa'ya benzetilen Yahuda İskariyot'a yapıldığı gibi, Roma askerleri tarafından çarmıha geriliyordu. Şehrin etrafı, binlerce çarmıha gerilmiş Yahudi ile doldu.


ROMA'NIN "SUÇU VE CEZASI"
Akla ziyan putperestliğiyle, Peygamberliği kavraması imkansız olan Roma'nın ve yöneticilerinin, İsa'yı ve onun "tebliğ görevi"ni anlamadığı gibi, din adamlarının, O'nu yok etme konusundaki çılgınlığını da anlamadı. Roma valisinin, baskı altında; tehdid ve rüşvet saikiyle; hareket ettiği anlaşılmaktadır. Zira İsa'nın, ne Herod Antipas'ın krallığında gözü vardı, ne de Roma'ya karşı insanları isyana teşvik ediyordu. Bütün suçu, kavmini, "sadece ve sadece Allah'a köle olmaya; Allah'tan başka ilahları reddetmeye çağırmaktı." Elbette Roma'nın ilkel putperestliğini, reddediyordu. Ancak görevi, İsrail kavmiyle sınırlıydı ve Roma'nın kalbi, bu mesajı anlamayacak kadar taşlaşmıştı.
Roma imparatorluğu, bir peygamberin öldürülmesi suçuna, bu hukuksuzluğu engelleme gücüne sahip olduğu halde, ortak olmuştur. Bu nedenledir ki, Roma'ya da, "Allah'ın azabı"ndan hak ettiği pay isabet etmiştir. Bir taraftan Roma, Kudüs'ü ve Yahudileri yokederken, diğer taraftan kendisi de büyük kayıplar vermiş; depremlerle başlayan felaketler ve Pompei'deki Romalılar'ın ibretli helakıyla devam etmiştir.

DEPREMLER, YANGINLAR VE "POMPEİ FELAKETİ"
Roma'da felaketler, M.S 62 de, Pompei'de meydana gelen depremlerle başladı. Şehrin tümünü yıkan depremler, M.S 79 da, Vezüv yanardağının patlamasına kadar, aralıklarla devam etti. M.S 64 de İmparator Nero, 69 yılında İmparator Vitellius ve 80 yılında İmparator Titus zamanında olmak üzere; 3 kez arka arkaya meydana gelen, bazıları bir hafta süren büyük yangınlarda, Roma şehrinin önemli bir bölümü, her defasında kül olmuştur. M.S 80 de, İmparator Titus zamanında meydana gelen veba salgını, çok sayıda insanı öldürmüştür.
Bu felaketlerin, tüm insanlık için en ibretli olanı ise, Vezüv yanardağının patlaması ile Pompei şehrinin ve içinde yaşayanların yok olmasıdır. Özellikle, volkanik sıcak küller altında adeta boğulan Romalıların, günümüze kadar ulaşan görüntüleri, oldukça ibretlidir.
"Vezüv yanardağının eteklerindeki Pompei şehri, Romalı yönetici-aristokrat ve zenginlerinin; sapkınlık, şımarıklık ve debdebe içinde yaşadığı; bağlar, bahçeler ve villalarla çevrili, çok güzel bir yerdi. M.S. 79 da patlayan Vezüvyanardağı, bir kaç saat içinde kenti mezarlığa, orada yaşayan Romalıları da, tapındıkları putlarının benzeri "taş görüntülü insanlara" dönüştürdü. 20 000'i aşkın insan yok oldu."

SONUÇ
Peygamberler tarihi ve yakın tarihteki Elçi İsa'nın mücadelesi, dersler çıkarılacak; düşünülüp-akledilecek; nice uyarı, ibret ve derslerle doludur. Ders alacaklar var mıdır? Sanmıyoruz ki, kalpleri, Roma'nın putları gibi taşlaşmış olanlar, bu rahmet dolu peygamberi mesajları alabilsin. Aksine, yakın tarihin en gaddar, en sapık ve en ilkel putperest anlayışı, bugünkü Dünya'nın temellerini oluşturuyor. Yetmiyor, "Dünya'nın hakimleri", bugün, bu eski Mısır ve eski Yunan artığı Roma'yı, ihya etmeye çalışıyorlar. Kendi kavimlerini ve kendilerini köle pazarında sattığını bile bile!..


alıntı
SemaNur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
bir, eğlence, erkek, roma, tarih


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:49 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimisation provided by DragonByte SEO v2.0.37 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.