PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Sezgicilik (Bergsonculuk, Entuisyonizm) Nedir?


Sindy
09-13-2017, 07:04 PM
Sezgicilik (Bergsonculuk, Entuisyonizm) Nedir?

Fransız idealisti Henri Bergson (1859-1941)'un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson'a göre sezgi, gerçeği bilme yetişidir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiç bir yol yoktur. Çünkü gerçek, maddesel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve teksözle yaşam'dır.

Yaşam, evrenin kuruluşuyla başlamıştır ve Maddenin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir. İşte bu süre'nin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar. Bergson'a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir.

Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek \incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne yar ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiç bir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim, sadece, durgun ve bölünebilir dan Madde üstünde bilgi edinebilirler, yaşam\ üstünde bilgi edinemezler (Bergson, geleneksel ruh ve madde karşıtlığı yerine, aynı şey olduğu kolaylıkla anlaşılmakla beraber, terim değiştirerek yaşam ve madde karşıtlığını Koymaktadır). Bergson, bölümsüz olan süre tasarımını tanıtlamak için, bütün yapıtlarında niceliğe karşı niteliği, çokluğa karşı yeğinliği, uzaya karşı zamanı savunur.

Ona göre evrendeki her değişme, bir sayı çoğalması değil bir yeğinlik (şiddet) artışıdır. les donnees immediates de la Conscience (Bilincin Araçsız Verileri, Paris 1889) adlı yapıtının önsözünde şöyle der: "Amacımız, deterministlerle endeterministler arasındaki tüm tartışmaların nitelikle niceliği birbirine karıştırmaktan ilerigeldiğini göstermeye çalışmaktır". Bergson'a gere nicelik bölümlü, nitelikse bölümsüzdür, bundan ötürü de süre'ye uygundur, şöyle der: "Gerçek süre, nitelikseldir".

La pensee et le mouvant (Düşünce ve Devingen, Paris 1934) adlı yapıtında da şöyle der: "Biz her değişikliği, her devimi kesinlikle bölünmez olarak tasarlıyoruz". Bergson'a göre zaman, uzay gibi maddesel değildir. Uzay maddeseldir, çünkü maddesiz uzay ve uzaysız madde (eş deyişle yer kaplamayan madde) yoktur. Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla (örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir) onu maddeleştirmektedir. Demek ki us ve bilim, hiç bir şeyi maddeleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın, eş deyişle süre'nin kavranmasıysa maddeleştirilmeden gerçekleşmelidir, çünkü "gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir". Bunu kavrayabilecek ol ansa sadece sezgi'dir. Bergson'a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: "İçgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik".

Bilinç, içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir. Bergson, L'Energie Spirituelle (Ruhsal Güç, Paris 1920) adlı yapıtında, ruhun ölümsüzlüğünü savunurken şöyle der: "Bizler, örgenliği aşan bir bilinç düşüncesine ne kadar alışırsak ruhun bedenden sonra yaşamasını da o kadar doğal buluruz. Şüphesiz, insan bilincinde, onun beynine kaydedilmiş şeylerden başka hiç bir şey bulunmasaydı, bilincin bedenin alınyazısını izlediğini ve onunla birlikte ölüp gittiğini kabul edebilirdik. Ne var ki bilinç, beyinle aynı şey değildir.

Olguları, her sistemden bağımsız olarak gözden geçirirsek bilinçsel yaşamın beyinsel yaşamdan çok daha geniş olduğunu kolaylıkla görürüz. Bu halde de ruhun bedenin ölümünden sonra yaşamım sürdürmesi gerçeği o kadar basitleşir ki kanıtlama yükümlülüğü, bizden çok, bu gerçeği yadsıyanlara düşer. Çünkü ölümden sonra bilincin de yok olup gideceği hakkında tek kanıt, bedenin ölümle çürüyüp dağıldığını görmektir. Bu kanıtınsa, bilincin bedenden bağımsızlığı anlaşılınca, hiç bir değeri kalmaz".

Bergson, maddesel olan her şeyi ruhsal olana indirgemek istediği gibi, tüm bilimleri de ruhbilime indirgemek ister, şöyle der: "Kendi kendime ara sıra sorup durmuşumdur: Çağdaş bilim, mekaniğin, astronominin, fiziğin ve kimyanın doğrultusuna yönelmek için matematikten işe başlayacağına ve tüm çabalarını Maddenin incelenmesi üzerine toplayacağına, ruhu göz önünde tutmakla işe başlamış olsaydı; örneğin Kepler, Galile, Newton birer ruhbilimci olsaydılar ne olurdu? Şüphesiz, hakkında bugün hiç bir tasarıma sahip olamayacağımız kadar üstün bir ruhbilimimiz olurdu".

Bergson, sezgi'yi Şöyle tanımlamaktadır: "Gerçeği mutlak ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi diyorum". Tüm idealistlerde olduğu gibi Bergson'da da mutlak ve gerçek kavramları anlamdaştır. Bergson'un yaptığı, Elealılar'dan beri sürüp gelen bu geleneksel idealist savı yinelemekten ibarettir. Bergson'a göre evrim de nitelikseldir, niceliksel birikimlerin niteliksel değişimlere dönüşümü değildir. Çünkü böyle olsaydı kesintili, eş deyişle bölümlü olurdu ve sürüpgitmezdi (eş deyişle süredışı kalırdı). Evrim sadece niteliksel olunca yaratıcı olması, her an kendi kendini yaratarak yenilemesi, yetkinleştirmesi gerekir.

Yaratıcı evrim (Evolution Creatrice, Paris 1906) adlı yanıtında bu yaratıcılığın yaşam atılımıyla gerçekleştiğini ilerisürer. Böylece araya bir de yaratıcı (Tanrı) yerleştirmekle Bergson, felsefesel dizgesini tamamlamaktadır. Görünüm şudur: Ruhsal bir yaratıcının yönetiminde ruhsal bir evren. Bütün dinler de, yüzyıllardan beri, bunu söylemektedirler. Böyle olunca Bergsoncu sezgiciliğin Papalık Katolikliğinden hiç bir farkı kalmamaktadır. Bergson, madde'ten, yellerin akışına engel olan kocaman dağlar gibi, durgun, yerinden kıpırdamaz, hantal bir şeyi anlamaktadır.

Açıkça görüldüğü gibi idealizm, istediği kadar terim ve tasarım değiştirsin, Platon'dan kalma terim ve tasarımlarını değiştiremiyor. Platon'undan Bergson'una kadar yüzyıllardan beri söyledikleri şeyler, hep aynı şeylerdir. İdealizmin tüm tasarımları gibi Bergson'un tasarımları da usaaykırı ve bilimdışıdır. Kaldı ki Bergson, açıkça, sezgi çekiminde başarıya ulaşmak için bilime sırt çevirmek gerektiğini savunmakta ve bilimsel bilgiyi sınır dışı bırakmaktadır. Evreni kendi sezgisiyle anlamlandıran mistik sezgicilik, zorunlu olarak tekbenciliğe (solipsizm) varır. Kişisel sezgiyi, örneğin Bergson'un sezgisini, mutlak ve gerçek bilim saymak gerekir ki bu da, ya başka bilgileri yadsımak ya da herkesin kendi sezgisine göre sayısız bilgileri kabul etmek sonucunu doğurur.

Bu sonuç, bilimsel bilginin nesnelliği gerçeğine karşıdır. Bundan başka, sadece nicesel değişiklikleri kabul eden vülger evrimciler gibi, sadece nitesel değişiklikleri kabul eden yaratıcı evrimcilerin de yanlış yolda bulundukları bilimsel olarak tanıtlanmıştır. Evrim, ne sadece nicesel ne de sadece nitesel olmayıp, nicesel değişmelerin nitesel değişmeleri gerektirdiği bir süreçtir. Bergson'un yaşam atılımları adını verdiği olay, nicesel birikimler sonunda çelişmelerin çözümünden başka bir şey değildir ve ruhsal değil, Maddesel doğada her an olagelmektedir.

alıntı